Küresel iklim krizinin etkilerinin giderek şiddetlendiği bir dönemde, Türkiye’de çevre ve iklim politikalarına dair alınan kararlar; toprak, orman, su ve tüm doğal varlıklarımız üzerindeki riskleri daha da büyüttü. İnsan faaliyetlerinin yol açtığı bu çok yönlü tahribat, doğayla kurduğumuz ilişkinin sorgulanmasını ve yeniden kurulmasını ertelenemez bir zorunluluk haline getirdi.
Yıl boyunca yaşanan gelişmeler; ekosistemlerin bütünlüğünü, biyolojik çeşitliliği ve milyonlarca canlının yaşam hakkını tehdit eden uygulamaların ne denli yaygınlaştığını gözler önüne sererken, aynı zamanda güçlü bir toplumsal duyarlılığı da beraberinde getirdi. Doğayı savunan yurttaşların, gönüllülerin, bilim insanlarının ve sivil toplumun yükselen sesi; bu sürecin yalnızca kayıplarla değil, sorumluluk ve dayanışmayla da nasıl şekillenebileceğini gösterdi.
2025’in çevre olayları bize net bir mesaj veriyor: Tehlike büyük, kaybedecek vaktimiz yok. Ancak umut hâlâ elimizde.
TEMA Vakfı olarak hazırladığımız bu derlemede, geride bıraktığımız yıl boyunca doğaya karşı sorumluluğun hep birlikte taşınmasıyla ortaya çıkan kazanımları ve ekosistemimizi tehdit eden olumsuz gelişmeleri bir araya getirerek, çevre gündemine dair kapsamlı bir değerlendirme sunuyoruz.
2025’te Umut Veren Çevre Kazanımları
2025 yılında doğayı koruma mücadelesi, birçok alanda somut kazanımlar üretti. Yargı kararları, bilimsel raporlar ve toplumsal savunuculuklar; doğa için hep birlikte sorumluluk almanın etkili sonuçlar doğurabildiğini gösterdi.
Kanal İstanbul’a bilimden güçlü itiraz
Kanal İstanbul projesine ilişkin ÇED Olumlu kararına karşı açılan davada hazırlanan bilirkişi raporu; projenin çevresel, jeolojik ve sosyal etkilerinin eksik ve hatalı değerlendirildiğini ortaya koydu. Raporda ÇED dosyasının bilimsel açıdan yetersiz olduğu, "yanlışlarla dolu, tutarsız, çelişkili, konunun uzmanları tarafından hazırlanmadığı izlenimi veren özensiz hazırlanmış bir rapor; olumlu değerlendirmek mümkün değil" ifadeleriyle açıkça vurgulandı.
Kuzey Ormanları’nı ve İstanbul’un su varlıklarını doğrudan tehdit eden proje için hazırlanan bu rapor, kentin geleceği ve doğanın korunması açısından kritik bir gelişme olarak kayda geçti.
Kuzey Ormanları’nda madenciliğe geçit yok!
İstanbul Şile’de Kuzey Ormanları’nı tehdit eden kömür, kuvars ve kil maden sahasının genişletilmesine yönelik proje; bölge halkının itirazları ve ilgili kurumların olumsuz görüşleri doğrultusunda iptal edildi. Su havzaları, orman ekosistemleri ve doğal yaşam açısından ciddi riskler barındıran proje, güçlü toplumsal tepki sayesinde durduruldu ve Kuzey Ormanları’nın korunması adına önemli bir kazanım sağlandı.
Sarıalan Altın Madeni’nde doğa kazandı!
Balıkesir’in Altıeylül ve İvrindi ilçelerinde planlanan Sarıalan Altın Madeni Projesi’ne ilişkin ÇED Olumlu kararı, Danıştay’ın kararı bozmasının ardından yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda iptal edildi. 2022 yılında başlattığımız hukuki süreçte, ÇED raporunda tespit edilen çok sayıda eksiklik ve çevresel risk, mahkemenin doğa lehine karar vermesinde belirleyici oldu.
TEMA Vakfı olarak bölgedeki doğal alanların korunması amacıyla proje sahasını yakından takip etmeyi sürdürüyoruz.
Tokat ve Kırklareli’nde yaşamı savunuyoruz
Tokat Almus ve Kırklareli Merkez’de planlanan altın madeni projeleri için verilen ÇED Gerekli Değildir kararları yargıdan döndü. TEMA Vakfı olarak bizim de davacı olduğumuz hukuki süreçler neticesinde çevresel etkilerin yeterince değerlendirilmediği bu projelere ilişkin iptal kararları, çevre hakkı ve kamusal denetim açısından önemli bir kazanım oldu.
Gölbaşı’nda kömür ocağına yargı freni
Ankara, Gölbaşı’nda planlanan kömür ocağı için verilen ÇED Gerekli Değildir kararı, açtığımız dava sonucunda mahkeme tarafından iptal edildi. Bu karar, doğal alanların korunmasında yargının kritik rolünü bir kez daha ortaya koydu.
Afşin-Elbistan’da hâlâ umut var!
Afşin-Elbistan A Termik Santrali’ne yeni üniteler eklenmesini öngören projeye ilişkin ÇED Olumlu kararına karşı açtığımız davada hazırlanan bilirkişi raporu; hava kalitesi, su varlıkları, tarım alanları ve halk sağlığı üzerindeki ciddi riskleri ortaya koydu. Bilirkişi raporunun bu yöndeki tespitleri, bölgenin daha fazla kömür kirliliğine maruz kalmaması açısından önemli bir gelişme oldu.
Bu gelişme, doğayı koruma mücadelesinde yerel halkın ve sivil toplumun kararlı duruşunun somut bir kazanımı olarak değerlendirildi.
Gerede Çayı için önemli hukuki aşama
Gerede Çayı’ndaki sanayi kaynaklı kirliliğe karşı, TEMA Vakfı’nın da parçası olduğu Gerede Çayı Temiz Aksın Platformu tarafından yürütülen hukuki süreçte önemli bir gelişme yaşandı.
Ankara Bölge İdare Mahkemesi, Bolu İdare Mahkemesi’nin atık sular çevreye zarar vermeyecek değerlere ulaşana kadar, organize sanayi bölgelerinde faaliyetlerin durdurulması talebini reddeden kararını bozarak dosyanın yeniden görülmesine hükmetti. Bu karar, temiz su mücadelesinde önemli bir aşama olarak kayda geçti.
Likya coğrafyasını tehdit eden otoyol projesinin ÇED kararı iptal edildi
Finike–Demre–Kaş–Kalkan Otoyol Projesi’ne verilen ÇED Olumlu kararı, bilirkişi raporu doğrultusunda mahkeme tarafından iptal edildi. TEMA Vakfı olarak bizim de davacı olduğumuz süreçte çıkan karar; Likya Yolu, Kaputaş Plajı ile birçok doğal ve kültürel alanın korunması açısından kritik bir kazanım sağladı.
Tüm bu umut verici gelişmeler, doğayı korumak için alınan sorumlulukların ve gösterilen çabaların ne kadar etkili olduğunu gösterdi.
2025’te Doğayı Tehdit Eden Olaylar
2025 yılı, iklim krizinin etkilerinin şiddetlendiği ve doğa üzerindeki baskının arttığı bir yıl olarak kayda geçti. Hem dünyada hem ülkemizde alınan kararlar ve yaşanan çevresel olaylar, gezegenimiz için hayati risklerin hâlâ çok yüksek olduğunu gösterdi.
Türkiye, son 52 yılın en kurak yılını yaşadı
İklim değişikliğine karşı en kırılgan bölgelerden biri olan Akdeniz Havzası’nda yer alan Türkiye’de, iklim krizinin etkileri her geçen yıl daha belirgin hâle gelirken, ülkemiz son 52 yılın en kurak dönemini yaşadı.
2025 su yılında (1 Ekim 2024 – 30 Eylül 2025) birçok bölgede son yılların en düşük yağış seviyeleri kaydedildi. Türkiye genelinde ortalama yağış miktarı 422,5 mm olarak gerçekleşti. Bu değer, uzun yıllar ortalamasına göre yağışların yüzde 26, bir önceki yıla göre ise yüzde 29 oranında azaldığını ortaya koydu.
Kuraklık, özellikle Güneydoğu Anadolu’nun güneyi ile Hatay çevrelerinde yer yer yüzde 60’ın üzerinde yağış kaybına neden oldu. İç Anadolu’nun orta kesimleri, Eskişehir, Hatay, Malatya ve Güneydoğu Anadolu’nun büyük bölümünde yıllık yağış miktarı 250 mm’nin altına düştü. Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu’da son 65 yılın, Marmara’da son 63 yılın, Akdeniz’de son 51 yılın, Ege’de ise son 18 yılın en düşük yağış seviyeleri kaydedildi.
Bu veriler, iklim krizinin artık kalıcı bir tehdit haline geldiğini; başta toprak olmak üzere tüm doğal varlıkları merkeze alan bilim temelli ve bütüncül politikalara acilen ihtiyacımız olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu yıl, Yalova’nın yüz ölçümünden daha büyük orman alanı küle döndü
2025 yılı, orman yangınlarının sebep olduğu kayıpların giderek ağırlaştığı bir yıl olarak kayda geçti. Yaz aylarında artan sıcaklıklar ve şiddetlenen kuraklık, insan kaynaklı ihmal ve dikkatsizliklerle birleşerek ülke genelinde çok sayıda büyük yangına yol açtı.
1988’den bu yana tutulan kayıtlara göre 2025, 2021’de yaşanan büyük yangınlardan yalnızca dört yıl sonra, en fazla orman alanının yandığı ikinci yıl oldu. Bu tablo, iklim krizinin derinleşen etkileri karşısında yangınlara yönelik önleyici politikaların ve etkin koruma önlemlerinin yetersizliğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Yangınlar yalnızca Ege ve Akdeniz ile sınırlı kalmadı; Eskişehir, Sakarya, Bilecik, Karabük, Bursa ve Tekirdağ gibi daha önce büyük ölçekli yangınların nadiren görüldüğü illerde de ciddi orman kayıpları yaşandı. Yıl boyunca çıkan yangınlarda yaklaşık 81.500 hektar (yaklaşık 109 bin futbol sahası büyüklüğünde) orman alanı, yani Yalova’nın yüz ölçümünden daha büyük bir alan zarar gördü.
Yangınlarla mücadele sırasında 18 orman emekçisi yaşamını yitirdi. TEMA Vakfı olarak hayatını kaybeden emekçilerimize bir kez daha Allah’tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyor; yaralanan işçilerimize geçmiş olsun diyoruz.
TEMA Vakfı olarak orman yangınlarında kaybettiğimiz tüm canlılar için derin bir üzüntü duyuyoruz. Küçük ihmal ve dikkatsizliklerin büyük felaketlere yol açabildiğini bir kez daha hatırlatıyor; özellikle şiddetli rüzgârın etkili olduğu ve nemin düşük seyrettiği dönemlerde artan yangın riskine karşı herkesi daha dikkatli ve sorumlu davranmaya çağırıyoruz.
Marmara’da müsilaj tehdidi sürüyor
2025 yılının ocak ayında Kadıköy sahilinde kaydedilen görüntüler, Marmara Denizi’nde müsilaj tehdidini bir kez daha gözler önüne serdi. Bu tablo, 2021 yılında geniş alanlara yayılarak büyük kaygı yaratan müsilajın ardından yeterli ve kalıcı önlemlerin hâlâ hayata geçirilmediğini ortaya koydu.
İklim değişikliği, artan deniz suyu sıcaklıkları ve yanlış atık yönetimi gibi nedenlerle derinleşen müsilaj sorununun çözümü için, Marmara Denizi’ndeki kirlilik yükünü azaltmayı hedefleyen Marmara Denizi Eylem Planı’nın gecikmeksizin ve bütüncül biçimde uygulanması gerekiyor.
İklim Kanunu’nda doğa ve toplum yararı gözetilmedi
9 Temmuz’da yürürlüğe giren Türkiye’nin ilk İklim Kanunu, iklim krizinin etkilerine karşı bağlayıcı emisyon azaltım hedefleri ve fosil yakıtlardan çıkış planı içermemesi nedeniyle kamuoyunda ve uzmanlar arasında ciddi eleştirilere neden oldu.
Hazırlık sürecinde sivil toplumun, uzmanların ve yerel yönetimlerin etkin biçimde dahil edilmediği düzenleme; emisyon azaltımı, iklim uyumu ve adil geçişi güçlendirecek bütüncül politikalar sunmadı. Bunun yerine, emisyon ticaret sistemini merkeze alan dar bir yaklaşım benimsendi; doğa ve toplum yararı geri plana itildi.
Bilimsel gerçeklerle ve Paris Anlaşması’nın 1,5°C hedefiyle uyumsuz olan kanunda, iklim krizinden en fazla etkilenen kırılgan gruplara yönelik koruyucu mekanizmalar ile bağımsız bir izleme ve denetim yapısı da yer almadı. Bu eksiklikler, Türkiye’nin iklim krizinin olumsuz etkilerine karşı adil, etkili ve katılımcı bir mücadele yürütmesini zayıflatan önemli bir geri adım olarak değerlendirildi.
Doğal varlıklarımız madencilik baskısı altında
24 Temmuz’da yürürlüğe giren ve Maden Kanunu’nda değişiklikler içeren Torba Yasa ile ormanlar, zeytinlikler, tarım arazileri ve korunan alanlar madencilik faaliyetlerine açıldı. Düzenleme, madencilik ve enerji yatırımlarına geniş ayrıcalıklar tanırken, doğa koruma ilkelerini geri plana iten bir yaklaşımı beraberinde getirdi.
Yasa kapsamında maden ruhsatı süreçlerinin hızlandırılması, izin mekanizmalarının yatırımcı lehine yeniden düzenlenmesi, orman alanlarının MAPEG’e devredilmesi ve zeytinliklerin madenciliğe açılması gibi hükümler, koruma politikalarını ciddi biçimde zayıflattı. Ayrıca korunan alanlarda izinlere belirli sürede yanıt verilmemesi halinde onaylanmış sayılması ve nadir-stratejik madenlere özel izin süreçleri tanımlanması, doğal ve kültürel miras açısından telafisi güç riskler doğurdu.
Maden Kanunu’ndaki bu değişikliklerle birlikte ÇED süreçlerinin zayıflatılması ve izinlerin hızlandırılması, doğal varlıklarımızın yatırım baskısı altında korunmasız bırakılmasına yol açabilecek bir hukuki zemin yarattı.
Akbelen’de kömür için zeytin ağaçları kesildi ve sökülerek taşındı
Torba yasa ile getirilen düzenlemeler doğrultusunda Akbelen’de zeytin ağaçlarının kesilmesi ve sökülerek taşınması, 2025’in en üzücü çevre olaylarından biri olarak kayda geçti. Akbelen Ormanı ve çevresindeki zeytinlikler, vahşi madencilik faaliyetleri uğruna geri dönüşü olmayan bir tahribata maruz bırakıldı.
Bölge halkının ve doğa savunucularının tüm itirazlarına rağmen gerçekleştirilen bu kesim ve taşımalar; Akbelen’de yüzyıllardır süregelen zeytin kültürüne, tarımsal üretime ve bölgenin doğal ekosistemine ağır zarar verdi.
TEMA Vakfı olarak Akbelen’de zeytinliklerin ve orman ekosisteminin korunması için savunuculuk çalışmalarımıza ve doğa için sorumluluk almaya devam edeceğiz.
Kaz Dağları’nda tahribat derinleşiyor
Kaz Dağları’nda art arda gündeme gelen maden projeleri, bölgenin su varlıkları, orman ekosistemleri ve canlı yaşamı üzerinde ağır ve kalıcı baskılar yaratıyor. Halilağa Bakır Madeni, Lapseki, Karapınar, Sarıalan, İvrindi altın madenleri ile Balya’daki madenler, bölgenin ekolojik bütünlüğünü geri dönülmesi güç biçimde zedeliyor. Vahşi madencilik faaliyetleri, yalnızca doğayı değil; bölge halkının sağlığını, geçim kaynaklarını ve yaşam alanlarını da riske atıyor.
Bu endişe verici tablo, Kaz Dağları’nın geleceğinin her geçen gün daha kırılgan hâle geldiğini gösteriyor.
Eskişehir’de vahşi madencilik tehdidi büyüyor
2025 yılında Eskişehir, vahşi madencilik projelerine yönelik başvuruların en yoğunlaştığı illerden biri oldu. Kaymaz, Alpagut–Atalan ve Sarıcakaya altın madeni projeleriyle Orta Sakarya Vadisi ciddi bir baskı altına girdi.
TEMA Vakfı olarak bu projelere karşı yürüttüğümüz hukuki süreçler devam ederken, bölgenin madenciliğe kapatılması yönündeki çağrımızı yineliyoruz. Orta Sakarya Vadisi’nin madene kapalı alan ilan edilmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz.
Maden kazaları önlenebilir: Kömürden çıkış ertelenemez
2025 yılında Ankara, Sivas ve Zonguldak’ta yaşanan maden kazaları, kömür madenciliğinin hem işçiler hem de doğa açısından taşıdığı ağır riskleri bir kez daha gözler önüne serdi. Ankara Beypazarı’ndaki kömür ocağında meydana gelen göçükte 13 işçi yaralanırken; Sivas Zara’daki bir maden sahasında yapılan patlatma sırasında 1 işçi hayatını kaybetti, 2 işçi yaralandı. Zonguldak Kilimli’de yaşanan bir diğer göçükte ise 1 maden işçisi yaşamını yitirdi, 4 işçi yaralandı.
Sosyal Güvenlik Kurumu verileri, kömür madenciliğinin en fazla iş kazası ve en çok ölümlü kazanın yaşandığı iş kollarından biri olduğunu ortaya koyuyor. Yaşanan bu kazalar, mevcut üretim anlayışının işçi sağlığı ve güvenliğini yeterince gözetmediğini bir kez daha acı biçimde hatırlattı.
TEMA Vakfı olarak hayatını kaybeden işçilerimize tekrar Allah’tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyor; yaralanan işçilerimize geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. İşçilerin yaşamını tehlikeye atan, havayı, toprağı ve suyu kirleten kömür faaliyetlerinden vazgeçilmesi ve insan hayatı ile ekosistemleri merkeze alan kömürden çıkış ve adil geçiş planlarının acilen hayata geçirilmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz.
Son bir yılda yaşanan ve doğal varlıkları tehdit eden tüm bu olaylar, bütüncül çevre politikalarına duyulan ihtiyacın aciliyetini bir kez daha ortaya koydu.